SOSYAL HAYAT ÜZERİNE:
Ve işte onlar, bildiklerini sanıp cahilliklerine aldananlar, öğretilenleri sorgulamayıp ebediyen doğruluğuna inananlar. Şüphesiz ki yanılırlar, sen onlar için kendini mi harap edeceksin? Biz iradeyi verip seçimi kendilerine bırakanlarız, bunda sana yük yoktur. (Sen yine) Mücadeleden kaçayım deme, öylece çalış; oku, anla ki güç bulasın. Allah yılmayanlarla beraberdir.

İlimden ve doğru bilgiden başka yol mu edinirsiniz? Şaşarım da şaşarım, hâlbuki biz size akıl verdik. Bu insan ne kadar da yanılır böyle!

Zamanın zamanla değiştirmeyeceği bir şeyin olmadığını anlamamakta ısrar ederler de (sen) bunu öğretmek için kendini paralarsın. Onlar eskilerin anlattıkları yalanlara inanıp kendilerini böylece aldatırlar da bunu bilmeden güvende hissederler. Kendini üzme, onlar yanılacak fakat çocukları onların inandıklarını akıl dışı bulup dışlayacak. 

Kimse bir diğerinin malına haksızca el koymaya kalkıp emeğini sömürmesin. Bilin ki sizler hep daha fazlasını istemek üzere yaratıldınız fakat biz size irade de verdik. (Eğer) Bunu düzene koyup kendinizi sınırlamazsanız hayatınız doyumsuzluk içinde boğulacaktır. Biz size doğruyu söyleyen ve (sizin) iyiliğinizi isteyenleriz.

Nasıl giyinecekleri konusunda kuşku duyup sana sorarlar. De ki: "Giyinmenizde sınır yoktur, sizler kendinizi sınırladıkça merak ve arzularınız daha da artacaktır. Fakat kimsenin yapılmasını istemediği zarar verici şeyi yapmaktan kaçının, birbirinizi kışkırtmaktan da kaçının. Aksi halde kininiz ve kötü arzularınız düzeninizi bozup huzurunuzu kaçıracaktır."

İnsanlar arasında ayrım yoktur. Her biriniz farklı yeteneklerle doğsanız da diğerinizle aynı haklara sahipsiniz. Kimse kimseyi cariye olarak kullanamaz ve köle olarak da alıp satamaz.

Kendinize birer eş edinin, (eğer) eşiniz isteklerinizi karşılayamıyor da anlaşamıyorsanız (onun) rızasını alıp ondan ayrılarak başka eş edinmek size serbesttir. Biz sizin için her şeyi kolay ve adil kılanlarız.

Yakınlarınızla evlenmemenizde doğacak çocuklar için sakınca vardır. Yakınlarınızdan uzak durmaya bakarak başkalarıyla birleşin.

Birbirinizi aldatmaya ve kandırmaya kalkarsanız aranızda huzursuzluk belirip rahatınız kaçar. En iyisi bundan başlamadan dönün. Bilin ki dürüst olup doğruyu söyledikçe gönlünüzde ferahlık olacak ve bu sizin diğerinize olan güveninizi artırarak sizi huzurlu kılacaktır.

Kendini baş edemeyip (evli ya da bekar olarak) aynı anda birden fazla kişiyle birlikte olmak isteyenleriniz varsa kimseyi kandırmaktan uzak bir şekilde ve her iki (ya da daha fazla) tarafın rızasını almak kaydıyla bunda serbesttir. Size zorlama yoktur, yeter ki sözlerinizi doğru söyleyin ve onlara uyun.

Çocuklarınız sizin hizmetkârınız değildir, sizin yolunuzdan da gidecek değiller. Ne diye boş yere bunda ısrar eder de aldanırsınız! Kimseye zarar vermemek koşuluyla herkes seçimlerinde serbesttir. Yaşlılar ve kendine yetemeyenlerin kendileri için hazırlanmış yerlerde yaşıtlarıyla kalmaları daha iyidir. Sizleri(çocukları) görmek istediklerinde çabucak yanlarında olmanız da sizler için hayırlıdır. Fakat bir anlaşmazlık olmayıp huzurla yaşayabilirseniz bir arada yaşamanızda da bir sakınca yoktur. O sizin için her kolaylığı verip seçimi size bırakandır.

Aranızdan ayrılanlardan arta kalanları(mirası) eğer vasiyeti yoksa ve çocukları da varsa kadın erkek ayrımı yapmadan eşit bir şekilde adilce dağıtın. Önce doğup da mülkün artması için daha çok çaba sarf edenleriniz olursa onlara ölçerek daha fazla vermeniz haktır.

Aranızdan ayrılanların güvenebileceği, hoşnut olduğu bir yakını yoksa onun mülkünün bilim için kullanılmasında sizin için iyilik vardır. Allah her şeyi gözetip hakkıyla bilendir.

Yetim çocuklara gelince, durumu iyi olup kendisini bakmak isteyen yakınları varsa kendi çocuklarından ayırmadan  güzelce baksınlar. Kimse bakmak istemez ise yabancı olup hakkıyla göz kulak olmak isteyenler de olur. Onları ara sıra denetleyin ki kendilerinden haberdar olsunlar.

Hiç kimseyi bulamazsanız özel olarak hazırladığınız bakım evlerinde hoşnut ederek büyütün. Onların kimseden farkı yoktur.

Hiçbir topluluğun başka topluluğa ya da hiçbir kavmin başka bir kavme üstünlüğü yoktur, birbirinizin topraklarını işgal etmeden ve birbirinize üstünlük kurmaya çalışmadan saygı göstererek barış içinde yaşayın.

Ey insanlar! Her birinizi farklı farklı yeteneklerle var ederiz, yeter ki kendinizi arayarak bulun. Sizler o yeteneklerinizi geliştirerek becerileriniz üzerine iş edinirseniz başarılı ve mutlu bir hayat süreceksiniz. 

Sizin öğrenmenizde ve bilmenizde sizin için hayır vardır. Çocuklarınızı ilgiyle büyüterek aralarında ayrım yapmadan severek yetiştirin ki kötü şeylere ilgi duyup da doğru yoldan  sapanlardan olmasınlar.

Yoksa senin bunları kanepenin üzerinde öylece uzanıp belgesel izlerken uydurduğunu mu söylüyorlar! De ki:"Şüphesiz ki sizler doğruyu söyleyenlersiniz, şahit getirmenize de gerek yok, Allah doğru söyleyenlerle beraberdir."

Saygılarımla…

Demir

YAZIDAKİ davranışlarımızın nedeninin, "düşündüğümüz" diğer bir deyişle düşünüp de aldığımız bir kararın sonucu değil de, duygusal beynimizin düşünen beynimize bir dayatması olduğunu hiç düşündük mü? (Duygusal beyin, diğer adıyla “limbik sistem”, beynimizin ortasında bulunan, duygularımızdan sorumlu olan, düşünen yani bilinçli karar aldığımız ve alnımızın hemen arkasında bulunan, diğer adıyla prefrontal korteksten ayrı bir kısımdır)

Taviz veren bir kişinin, diğeri tarafından değersizleştirilmesi (değersiz hissettirilmesi) mekanizması, aynısıyla; sevinme, korkma, şaşırma, kızma, tiksinme, üzülme olarak tanımlanan temel duygularımız gibi, doğuştan gelmektedir diğer bir deyişle genlerimizde kodlanmıştır. Bu kodlar, duygusal beyin dediğimiz limbik sistem vasıtasıyla faaliyetlerini ortaya koyar. Düşünen beynimiz de duygusal beynimizin bu dayatmasını (yönergelerini), bu hissiyatı, sanki kendi bilinçli kararıymış gibi uygular.

Taviz veren açısından, böyle  davranışların sadece bir boyutu ve patoloji seviyesine gelmiş davranışlar olarak altruism/özgecilik/diğerkamlık gösterilebilir. Keza, öz güven yitimi de buna dâhil edilebilir.

İşin ilginç tarafı, taviz veren kişi, bu davranışını (taviz verme) düşünen beyninin bilinçli kararı ile değil, duygusal beyninin düşünen beynine dayatması sonucu alırken; taviz veren kişinin davranışını ve dolayısıyla taviz veren kişiyi değersiz görmesini hissettiren talimat da yine o kişinin duygusal beyninin, düşünen beynine dayatması sonucu aldığı bir karardır. Bir başka deyişle, her iki tarafın aldığı karar da, genlerde kodlanmış ilkel bilginin, yine beynimizin ilkel kısmı olan limbik sistemin, düşünen beynin kendisinin aldığına dair inandırarak oynadığı bir oyunudur.

Tabii ki gerek ikna, gerekse müzakerede kullanılan, karşılığında bir şeyler elde etmek adına girilen "taviz verme" taktik ve stratejisini konunun dışarıda bırakıyoruz.

Peki, doğa, taviz veren bir kişinin diğerleri tarafından değersizleştirilme (değersiz hissettirme) mekanizması ile neyi amaçlamış olabilir?

Erol
Çırpınıyor din, bilinçli zihinler ve akılcı evrende. Her çırpınışla biraz daha derine sürüklenip dalgaların altında zoraki nefeslense de yılmıyor yine. Kolay değil elbet bir anda silkinivermek ata yadigârından, sorgulamadan. Kolay değil kopmak, yıllar yılı kan döküp onur meselesi saydığın; sırasında gülüp sırasında ağladığın süregelen hatırattan. Fakat görünüyor ufuk, ufukta karanlık bir anıdır din, üstelik öylesine mahsun öylesine gülünç ki şaşarsınız azizim!

Zamanla değişse de kılıçları, yok değildir savunucuları. Evvelinde çıkarken cenge öylece akıl dışı, öylece cengâverken bürünüyor şimdi aklın surlarına bunca da eksikken. Fakat fayda yok hükmeden masallara, fayda beklerse de insan yanılacak bir kez daha. Çünkü ölüm, kan, gözyaşı için sebeptir onlara.

Depreşiyor azizim, titriyor yer; bir görseydi şaşmazdı kimler? Aristo'dan dan tutun da dedem Bahri Bey derlerdi belki: “Ne günlermiş, hey gidi hey!” Ve arasında kalanlar tabi, cennet arzusundayken toprağa karışanlar. Yaşadılar iyi kötü, kendileri olmadan, kendilerini bulamadan savruldular sağa sola. Bizler, onlara bakarak şaşakaldık bir kez daha! İçlerinde kurban edilenler vardı Tanrı için mesela, en fakiri ve en güçsüzü sunulurdu Tanrı’ya.

Tanrı, ulu Tanrı
Tanrı, güzel Tanrı
Ne gerek vardı kurbana,
Ne gerek vardı sana!

İhtiyaçtın onlara, bilmenin; anlam verebilmenin ihtiyacı. İhtiyaçtın heybetiyle yükselip ihtişamıyla ürperten dağa hayran hayran bakana, güneşin büyüsüne kapılıp defaatle şükran sunana, taşan sudan tufan çıkarıp olağanüstülüğün büyüsüne kapılarak gece gök gürültüsünden korkan insana. Tanrı, duy o zaman:  Yerin yok artık aramızda. Biliyoruz artık göğü, Güneşi ve suyu da. Eğer gerçekten varsan da sen değilsin şeytanı yaratan, sen değilsin cennetle ödüllendirip cehennemle tehditte bulunan, sen değilsin peygamber gönderip kurallar koyan. Sen değilsin, seni bahane eden: İNSAN. 

Bilgili ve kültürlü kalmamız, gerçeği aramamız temennisiyle esenlikler dilerim

Demir
“Tanrı ile konuştuğunu” iddia eden epilepsi (sara) hastasının nöral (beyin sinir hücreleri) aktiviteleri bilimsel araştırma olarak yayımlandı.

Bir epilepsi hastasının beyin taramalarından çıkan sonuçlar, dini deneyim sırasında nöronların nasıl aydınlandığını ortaya çıkardı.

Dini deneyim sırasında, beyin taramalarına dair nörolojik çalışmalar şimdiye kadar bir gizem olarak kalmıştı. Ancak İsrailli bir ekibin, bir epilepsi hastasının yaşadığı “Tanrıyı Görme” deneyimi sırasında nöral aktivitelerinin ölçümlenmesi bu durumu açığa çıkartabilir.


Dailymail’de yer alan habere göre, Hadassah Hebrew Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, nadir yaşanan bir vakayı rapor ettiler. Vaka, hastanın “Tanrı ile konuştuğuna” ve “onu gördüğüne” dair bir dini deneyim yaşadığı sırada epilepsi hastalığının bir formu için tedavi edilmesini ele alıyordu.

Sol tarafta hastanın beyni, sağ tarafta dini deneyim sırasında nöral aktivitenin gerçekleştiği bölge. Dr. Shazar Arzy ve Dr. Roey Schurr, 46 yaşındaki bir temporal lob (beynimizin sağ ve sol tarafında, kulaklarımızın hizasındaki beyin bölümleri) epilepsisi hastasını raporladılar. Ekip, tedavi amacıyla hastanın beyin aktivitelerini ölçmek için EEG adı verilen beyin dalgaları aktivitesinin elektriksel yöntemle izlenmesini ölçen Elektroansefalografi testlerini uyguladı. Testler sırasında şimdiye kadar hiç özel bir dini deneyimi olmadığı ve Yahudi olduğu belirtilen hastanın nöbetleri durdurmak için aldığı antikonvülzan ilaç (epilepsi nöbetine sebep olan nöronların senkronize aktivitesini önleyerek nöbetlerin oluşmasını, tekrarlanmasını engelleyen ilaç grubu) alımı da durdurulmuştu. Ancak ekip test sırasında, hastanın donuk bir halde dik dik tavana bakarak İbranice tanrı ismi olan Adonai’yi zikrettiğini ve “Tanrı’nın ona yaklaştığını” hissettiğini raporladılar. Hastanın kafasındaki kabloların çıkarılmasından hemen sonra hastanede yürüyüş yaparak, ‘Tanrı sana beni gönderdi” demek suretiyle mürit toplamaya çalıştığı gözlemlendi. Sorgulandığı zaman somut planı olmadığı ama Tanrı’dan emin olduğu ve ona kurtuluş yolunda talimat geldiğinden emin olduğu söyledi. Bu olaydan hemen önce, doktorlar hastanın sol prefrontal korteksinde (alnımızın sol tarafının arkasındaki beyin kısmı, şekildeki renklendirilmiş kısım) ani bir aktivite artışı ölçtüler.

Prefrontal korteks, beyindeki planlama ve algı ile ilgili bölge olması dışında, daha önce dini ve mistik deneyimlerle de bağlantılı bir bölge olarak ilişkilendirilmiştir. Ancak Epilepsi Vakfı’na göre, dünyada TLE (Temporal Lob Epilepsisi) nöbetlerini yaşayan hastaların vakalarında ses ve görsel uyarı niteliğinde halüsinasyonlarda “aşırı gerçek”, “rüya gibi”, “çevreden kopmuş” durumların nadir olmadığı belirtiliyor. İsrailli ekip, çalışmasında hastanın, postiktal psikoz kapsamında psikotik atak sonucu gördüğü görkemli dini sanrı ve misyoner bir coşku içinde acı çektiğine inandıklarını belirtiyorlar. Postiktal Psikoz, epileptik nöbetler sonrası psikotik atağın bir formu olarak niteleniyor.

Çalışma, Epilepsy and Behaviour dergisinin Mayıs 2016 sayısında yayımlandı.

Kaynak

Not: Parantez içindeki açıklamalar, alıntı yapılan yazıda mevcut olmayıp, tarafımdan ilave edilmiştir

İlave bilgi için:
Beynimiz ve Biz: Tanrı Başlığı / Transkranyal Manyetik Stimülatör
Beynimiz ve Biz: Beynimdeki Tanrı
Çoğunluğunu Müslüman bir kitlenin oluşturduğu topluluk içinde hayatımızı sürdürmekteyiz. Bu topluluk da inandığı, bildiği ya da bildiğini sandığı değerler ölçütünde yaşamakta, kimi zaman bu değer ölçütlerinden yola çıkarak davranışlarına yön vermeye çalışmaktadır. Kökeni, Sümerler'deki mabetlerde görevli mabet fahişelerinin diğer kadınlardan ayırt edilmesi için takılmasına dayanan başörtüsü de bu yön verme çabalarının tabi bir sonucu olarak gündelik hayatımızda karşımıza çıkmaktadır. 

Sümerler'den daha sonraki devletlerden olan Asurlular'da kralın emriyle bütün evli ve dul kadınların örtünmesine dönüştürülen bu gelenek, bu kültürün devamı olan “İlahi Dinler” olarak nitelendirilen dinlerde de kendine yer bulmuştur.

İslam inancına mensup kadın bireylerin bir kısmı:
AZHAB 33: Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

AZHAB 59: Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. 

NUR 31: Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, ziynet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Ziynetlerini, kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut Müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri ziynetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!

NUR 60: Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların ziynetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama yine sakınmaları onlar için daha hayırlıdır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. 
Ayetlerinden de anlaşılacağı üzere kendilerine farz kılınan örtünme eylemini gerçekleştirmektedir. Teknolojiyle birlikte elde edilen ürün bolluğu, moda ve güzel görünme isteği ise farklı farklı örtünme şekillerini ortaya çıkarmıştır. Bu farklılıkların İslami usullere uygun olduğunu düşünmüyorum. 

Öyle ya, burada amaç güzelliği ön plana çıkarmayıp cinsel istek uyandırmamaksa eğer herhangi bir açık bayandan daha fazla ilgi çeken kapalı bir bayanın kapalılığı doğru olmasa gerekir, diyesi geliveriyor insanın. 

Ayetlerde doğrudan doğruya ne giyileceği ile ilgili bilgi verilmediği için (bazıları cilbabın, siyah renkli olan örtünün kast edildiğini belirtir) ayetlerle birlikte yola çıkacağımız nokta sünnet olarak nitelendirilen Peygamber Muhammed'in yaptığı, yapın dediği uygulamalardır. 

Kimileri günümüz koşullarına ters düştüğü için sünnet uygulamalarının işlerine gelmeyenlerini reddetse ya da günümüz koşullarına uyarlayıverse de ben eşlerinin ve kızlarının nasıl giyindiğini hadislerle açıklayacağım. Hangi örtünün giyileceği ile ilgili kesin bir ayet yazılmamasını ise Peygamber Muhammed'in bu denli çeşitliliği öngöremediği için o dönemde bulunduğu coğrafyada geçerli olan örtünün (cilbabın) baz alınarak bu ayetlerin yazıldığını varsayıyorum. Şüphesiz ki hangi örtünün örtüleceğiyle ilgili bir sorun oluşsaydı Kur'an da belirtilirdi. O dönemde kadınların hepsi ya da büyük çoğunluğu aynı örtüyü örtüyor olsa gerek ki böyle bir gerekliliğe ihtiyaç duyulmamıştır. Bu bilgiden de günümüzde cilbab dışındaki örtünme şekillerinin yanlış olduğu sonucuna ulaşabiliriz.

Şimdi gelelim o eşlerinin ve yakınlarındaki bayanların nasıl giyindiğine:
Resulüllah (s.a.v) bir gün Hz. Aişe (r.anha)'nın evine girdi. Kız kardeşi Esma yanında idi. Üzerinde vücudunun her tarafını örten ve yenleri geniş bir elbise vardı. Resulüllah (s.a.v) onu görünce kalkıp dışarı çıktı. Hz. Aişe (r.anha) kızkardeşine "buradan uzaklaş Resulüllah (s.a.v) sende hoşlanmadığı bir şey gördü" dedi. Hz. Esma uzaklaştı arkasından Resulüllah (s.a.v) içeriye girdi. Hz. Aişe (r.anha) niçin kalkıp gittiğini sordu. Resulüllah (s.a.v) de elbisesinin yenini sadece parmakları görünecek şekilde ellerinin üzerine çekerek şöyle cevap verdi:

"Kız kardeşini görmedin mi? Müslüman bir kadın şurasından başkasını gösteremez." (Mecmeu’zzevâid nr:4168)
Bu olayda peygamberin şurası dediği yer elin parmaklarının bitiş yeridir. Bu noktayı göstererek bir kadının parmaklarından başka bir yerinin göstermemesi gerektiği belirtilir. 

Yine bu:
"Ey Esma! Şüphesiz kadın erginlik çagına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir." Hz. Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti." (Ebu Davûd, Libâs, 31) "Allah Teâlâ ergin kadının namazını başörtüsüz kabul etmez." (İbn Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 218, 259)
Hadisten de anlaşılacağı üzere avuç içi ve yüz dışındaki noktaların gösterilmesi uygun karşılanmamaktadır.

Konuyla alakalı hadislerin bütününde verilen örnekler bu hadislerin paralelinde olduğu için hepsini aktarma gereği duymadım.

Bu hadis ve ayetlerdeki asıl amacın, cinsel arzuyu harekete geçiren giyimlerden uzak durulmasına yönelik tedbir olduğu aşikârdır. Bazı kapalı kadınların diğerlerine nazaran seks yönünden daha fazla çekici gelmesi buna tezat oluşturmaktadır.

Yaşadığım toplumda kimi kadınların siyah bir cilbab giymelerine ve sırf gözleri açık olasına rağmen erkekler tarafından baştan aşağı süzüldüklerine de bizzat şahit olmaktayım. Galiba bu da saklı olanda merak duygusunun arttığına dair ipucu taşıyor. Kapalı olup ta makyajdan kaçınmayanların yanında kapalı bayanlara daha fazla cinsel arzu duyan kişiler de olabilir. Bu da işin başka bir çıkmazı değil midir?  

Artık açık bir bayanın kapalı bir bayandan daha fazla şehvet uyandıracağı toplum tarafından aşılmıştır. Kimse kimseye sırf açık olduğu için daha çok cinsel arzu duymamakla birlikte duyanların baskılanmış dürtülerin esiri oldukları söylenebilir. Bu dürtüye sahip bireyler çoğunlukla dini tarikat veya cemaat içinden çıkmaktadır. Bu kısa önerme dahi İslam’ ın günümüzle zıtlığı konusunda ipucu verebilir.

Açık giyinmenin İslam'da meşru olduğuna dair bir iddia gelirse de bu iddia, Kur'an'ın zamana göre değiştirilebileceğinin ispatı olur. Bu ispat da zamana göre şekil alabilen kurallar yığının, zamana yenik düştüğünün göstergesidir. Zamana yenik düşmesi ise ilahi olmadığının ifadesidir.

Sonuç olarak, günümüzün örtünme usulleri örtünmenin yapılış amacının dışına çıktığı için yeterli değildir. Cilbab dışındaki örtünmeler ilgi çekiciliği artırdığından İslami kurallara uygun olduğu söylenemez.  Bu sebeple kapalı da olsalar her dakika kendi tabirleriyle "günahkârlığa" adım atıyorlar. Bütün bu batıl uygulamaların temelinde bilinçsiz toplum düzeyi yatmaktadır. Toplumlar, temel isteklerini bastırarak psikolojik bir dengesizliğe ulaşmaktansa seviyeli bir düzeyde yaşamayı kendine ilke edinmelidir. Buna giden yol ise olayları ve olguları bilinçsiz bir korku, zarar verici bir gelenek yerine mantık ölçüleri dâhilinde ele alıp davranmalarıdır. Kadınları veya erkekleri potansiyel cinsel suçlu sayıp kurallar koymaktan ziyade pozitif temelli eğitilmiş bir toplumla ölçülü adımlar atılmasının daha yararlı olacağını düşünüyorum.

Bilgili ve kültürlü kalmamız, gerçeği aramamız temennisiyle esenlikler dilerim. 

Demir
Halife I. Ömer'i Amr İbn el-As'a İskenderiye'deki kitapları ateşe vermesini buyurmakla suçlayan ilk rivayette Ömer'in doğruluğu şüpheli cevabı burada aktarılmaya değer; çünkü o günden bugüne her kitap yakanın acayip mantığını yansıtmaktadır. Verilen emri yerine getirirken Ömer'in şöyle dediği söylenir: "Şayet bu kitapların muhtevası Kuran-ı Kerim ile hemfikirse, o halde lüzumsuzdurlar. Şayet onunla ihtilaf halindeyseler, o zaman da mahzurlu olurlar. Her halükarda ateşe atmak lazım gelir."

Ömer'in sözünü ettiği, edebiyatın akışkanlığıdır. Onun yüzünden hiçbir kütüphane, kurulduğu gibi kalmaz; kütüphanenin yazgısına genellikle onu yararları uğruna yaratanlarca değil, sözde yanlışları uğruna onu yok etmeyi dileyenler tarafından karar verilir.

14. yüzyılın Tunuslu tarihçisi İbn Haldun da aynı öyküyü İran'ın İslami fethine uyarlayarak anlatır. Buna göre, Komutan Sa'd bin Vakkas, fethedilen krallığa girdiği zaman çok sayıda kitap görmüş. Ömer İbn el-Hattab'a "Bu ganimeti müminlere dağıtmalı mıyım?" diye sormuş. Ömer'in yanıtı, "Onları suya at! Hakikate ışık tutuyor olsalar bile Tanrı bize onlardan daha iyisini verdi. Eğer yalandan başka bir şeye yer vermiyorlarsa, Tanrı bizi onlardan kurtaracaktır." olur. İşte, der İbn Haldun, Perslerin bilgisini böyle kaybettik.

Ömer'in hamlesinden üç buçuk yüzyıl kadar sonra Cordoba'nın Mağribi valisi Ebu Emir el-Mansur, seleflerinin Endülüs kütüphanelerinde topladığı bilimsel ve felsefi eserlerden oluşan nadide koleksiyonu ateşe verdi. Sanki çağlar ötesinden Ömer'in gaddar kararına karşılık verircesine, İspanyalı Said'in yaptığı gözlem ona dokunmuştu: "Bu bilimler eskiler tarafından küçük görülür ve kudretliler tarafından eleştirilir; onları araştıranlar yoldan çıkmakla ve sapkınlıkla suçlanırdı. O gün bugün bilgi sahibi olanlar dillerini tuttular, saklandılar ve bildiklerini daha aydınlık bir çağ için gizlediler."

Beş yüzyıl sonra 1526'da Sultan I. Süleyman'ın komutasındaki Osmanlı orduları Budin'e girdiklerinde, fethettikleri insanların kültürünü ortadan kaldırmak adına 1471'de Kral Matthias Corvinus'un kurduğu, Macar tahtının en değerli varlıklarından biri olduğu söylenen Büyük Corvina Kütüphanesi'ni yaktılar. O tahribattan üç yüzyıl sonra 1806'da Süleyman'ın torunları, Kahire'de bulunan, yüz bini aşkın değerli kitabın ev sahibi olağanüstü Fatımi Kütüphanesi'ni ateşe vererek onlara öykündüler.

Alberto Manguel
Kaynak
Merhabalar!

Ufak bir bilgilendirmede bulunmak istiyorum.

Blogun halihazırda kendi Twitter adresi bulunmaktadır. Bu adres, genel itibariyle, bloga eklenen son yazıları duyurmak şeklinde bir misyona sahiptir.

Ancak şahsım adına Hayyam olarak biraz daha kişisel bir amaçla, daha doğrusu, sadece blogun gönderileriyle sınırlı kalmayacak biçimde görüşlerimi ifade edeceğim bir Twitter hesabı açmış bulunmaktayım.

Bu duyurunun esas amacı, ilgim ve bilgim dahilinde olan dünyadaki nonteist aktivitelere, gelişmelere ve bilimsel bulgulara ilişkin görüşlerimi aktaracağım bu hesabı ilgililere bildirmektir.


Saygılarımla,
Hayyam.
YARATILIŞ BÖLÜMÜ:
Gözle göremediğiniz boyutta gezegenleri var eden ve onları evrene belirli bir düzen içinde serpiştiren biziz. Bunları bildiğiniz halde yüz mü çevirirsiniz!

Sana bunu nasıl yaptığımızı soruyorlar, de ki: "O yer ile gök henüz yok iken büyük bir patlama gerçekleştiren, ardından patlama içinde patlama var edip üzerinde yaşadığınız yeri dört buçuk milyar yıl evvelinde yere serendir." Şüphesiz ki bizim gücümüz her şeye yeter. 

Onlardan (insanlardan) kimileri bugünkü hallerine bakıp da kendilerini diğerlerinden (hayvanlardan) üstün görürler. Hâlbuki biz yeryüzündeki bütün canlıları aynı kökten var ettik. Hiç düşünmez misiniz!

Her canlıyı diğerinden üstün ve aşağı yanlarıyla bir kıldık. Kimi gökyüzünde uçarken kimi yerde sürünerek yaşar da ikisi de kendine yeter. Gören gözler için birer mucize değil mi de inkârcılardan olursunuz?  

Bazıları kabul etmez de sana karşı gelirler, görmezler mi ki şempanzelerle ne kadar benzerler. Sizi beş milyon yıl önce ayırmaya başladık da farklı özellikler ihsan ettik.

(Kabul etmezsiniz de bana karşı gelirsiniz, görmez misiniz ki şempanzelerle na kadar benzeriz. O bizi yakın zamanda ayıran ve bize farklı görevler verendir.)

Siz gökteki yıldızları gördüğünüz kadar mı sanırsınız? Onların sayısı yerdeki kum taneciklerinden bile fazladır. Biz sizin bilmediklerinizi biliriz.

Sana gelip: "Nasıl olur da kum taneciğinden fazla olurlar, hâlbuki biz onların az olduğunu görürüz." derler.  Kendilerini bizimle bir mi tutuyorlar. Onların bilgisi gördüğü kadardır. Biz her şeyi bilen, her şeyden haberdar edeniz.   

Orada (gökyüzünde) diğer yıldızları içine çekip alan delikler vardır. Onlar kendi kütlelerini taşıyamadıkları için çöktüler de bu hale geldiler. Biz kimilerinize bunu bilecek aklı verdik.

Biriniz diğerine muhtaç olacak şekilde var oldunuz. Tıpkı ağacın suya ve güneşe ihtiyaç duyduğu gibi canlılar birbirine bağlıdır da çoğu bunu bilmeden öylece yaşar.  

Sizin göremediğiniz nice türler, canlılar var ettik te bir zaman sonra ortadan kaldırdık. Onları ancak yer altındaki kemiklerden görürsünüz de hala ibret almaz mısınız?

Yeryüzünde sonsuz olan bir canlı yaratmadık, hiçbir şey de aynı kalmadan değişip gider. Hiç, bir yılınız diğer yılınızı tutar mı? Saçlarınızı nasıl da beyazlatır, yüzünüzü buruştururuz. Şüphesiz ki bunlarda düşünenler için ibret vardır.

Güneşi kürenizin (Dünya'nın) etrafında döner sanırsınız, hâlbuki Güneş kendi ekseni etrafında döner de Dünya onu çevreler; her ikisi arasında da Ay tavaf eder. O Ay ki onda sizin için bir sır koyduk, gidip bakasınız diye.   

Dağları merak edersiniz de çakılı birer kazık sanırsınız, onlar yerin birbirini itmesiyle yükselir de yükselir. Bazılarının içinden kızgın alevler çıkarırız ki yıllar sonra verimli toprağa dönüşsün de ekinler ekesiniz diye.

Bütün bu ayetleri okuyup da hala inkar ederseniz korkmayın bir şey olmaz, ben sizi affederim. Şüphesiz ki ben mağfireti geniş olanım. Zaten hepinizi alacak bir cehenneme de uğraşamam, bir sürü işim var benim.  En son bir karadelik çok sevdiğim gezegeni daha yuttu, moralim bozuk.

Hah! Son olarak: Yoksa onu (Muhammed kendisi) uydurdu mu diyorlar? De ki: "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi siz de onun benzeri bir sûre getirin ve Allah'tan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın." (YUNUS 38)

Bilgili ve kültürlü kalmamız, gerçeği aramamız temennisiyle esenlikler dilerim.

Demir
DÜNYA HARİTASI VE ALGILARIMIZ.
DÜŞÜNÜLENİN AKSİNE, bildiğimiz Dünya haritasında Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya kıtaları kuzeyde (haritanın yukarısında) Afrika, Güney Amerika ve Avustralya ise güneyde (haritanın altında) olacak şekilde gösterilmiş olup aslında bu gösterim tarzı mutlak bir mecburiyet bir başka deyişle objektif bir bakış açısı değil, tamamen insanların seçimidir. 

Bugünkü mevcut haritada Kuzey Amerika, Avrupa gibi kıt'aların, haritanın üst tarafında gösterilmesinin sebebi, üsttekilerin güçlü, alttakilerin ise zayıflığı gösterme kaygısıdır. Bir an için, mevcut Dünya haritasında, Afrika kıt'asının ve Avustralya’nın, haritanın ters çevrilmiş haliyle Ekvator paraleline (enlemine) göre üstte gösterildiği bir haritayı karşımıza koyduğumuzu varsaydığımızda, Afrika ülkeleri hakkındaki algılarımız kısa bir süre için bile olsa ne olurdu?

Üst, her zaman algı bakımından önem arz etmiştir. Yukarısı daha ulvidir, Tanrıyı yukarıda ararız, ruhlar yükselir. Keza yüceltme kelimesini kullanırken dahi, aşağıyı değil yukarıyı (üst) algılarız. Rütbeler, mevkiler daima yükselir.

(Harita için kullanılan kaynak: Kültürel Antropoloji, William A. Havilland, Kaknüs Yayınları, 2008)

ADALET KAVRAMI (ARAYIŞI)
Adalet kavramı doğuştan gelir ve hayvanlarda da vardır. Adalet kavramı bireyin, içinde yaşadığı türün sahip olduğu kaynaklardan eşit düzeyde yararlanma, eşit düzeyde statüye erişerek grup içindeki kabul edilebilirliğini (saygınlık vb.) ve dolayısıyla varlığını sürdürme (hayatta kalma) istenci/dürtüsü/içgüdüsünün bir sonucu olarak ortaya çıkar.