DAHA en baştan söyleyelim ki, cahil dahi olsa bir kişi, sahip olduğu minimum hatta yanlış bilgisini devam ettirme, doğrusu ile değiştirmemesinin temel nedeni, beyninin düşünen kısmından (prefrontal korteks)  başka bir kısmı olan duygusal beyin (limbik sistem) ve beyin sapının, sahip olunan bilginin doğruluğuna, yanlışlığına bakmadan bedenin, dolayısıyla beynin kendi varlığını devam ettirme kaygısıdır. Cehalete rağmen beynin, varlığını sürdürme kaygısı daha doğru bir deyişle varlığını sürdürme talimatı bugünün kültüründen değil, milyonlarca yıl evvelki atalarımızdan gelmektedir.

Cehalet ve bilgisizlik farklı şeylerdir. Bunun nedeninini her zaman olduğu gibi duygusal beynimiz diğer adıyla limbik sistem ile açıklamaya çalışalım. Duygusal beynimiz (limbik sistem) kabaca, beynimizin her iki yarıküresinde ve ortasını oluşturan, birbirleriyle bağlantılı beyin organelleri veya yoğun sinir kümeleridir (bu kümelere genelde nucleus 'çekirdek' adı verilir). Buna karşılık, beynimizin düşünen, karar alan, muhakeme yapan, plan yapan kısmı ise alnımızın hemen arkasında bulunan, prefrontal korteks adı verilen kısımdır.

Düşünülenin aksine, kişilik denilen temel yapı, düşünen beynimizin değil, limbik sistem denilen duygusal beynimizin bir ürünüdür. Eğer kişilik denilen yapı düşünen beynimizde olsaydı, diğer  bir deyişle sadece düşünerek yapabilseydik, kendimize ait zaaflarımızı düzeltir hatta olmak istediğimiz, benzemek istediğimiz kişi olurduk. Zaten onun içindir ki büyük bir çoğunluğumuz için istediğimiz tarzda bir kişi olmak, mükemmel olmak sadece planlarımızda, düşüncelerimizde, hayallerimizde vardır. Sonuç olarak, hemen hemen düşüncelerimizden bağımsız olan duygularımız bizi yönetir.

Düşünen beyin dediğimiz, yukarıda ifade ettiğimiz gibi alnımızın arkasındaki beyin kısmı, prefrontal korteks, düşündüğümüzün aksine müstakil yani kendi başına hareket edip de beynimizin tümüne hükmeder görünümde değildir. Çünkü, düşünen beynimiz, duygusal beynimizin sinir uzantıları üzerine kurulmuştur. Milyonlarca yıl evvel, daha düşünen beynimiz yokken, ilkel beynimiz yani limbik sistemimiz (duygusal beyin) ve beyin sapımız vardı. Bunun da anlamı, günlük hayatta dahi düşünen beynimizle hareket ettiğimiz nadir olup, zamanımızın büyük çoğunluğunda, duygusal beynimizin aldığı kararlarla davranış gösteririz demektir.

Peki bunları neden söyleme ihtiyacı hissettik. Çerçevedeki yazıya baktığımızda bu yazdıklarımızı doğrular niteliktedir. Bir birey belli yaşa kadar ne kadar eğitilebilirse, genetik yapısının izin verdiği ölçüde kişiliği de o oranda oluşur. Eğitimli veya eğitimsiz, beyin belli bir formasyona girdikten sonra bu formu korumak zorundadır. Aksi halde kendisiyle çelişkiye düşer ve depresyona girerek çevreye uyum sağlayamaz;  bunun sonucu olarak da yok olur.
                  
Bir başka deyişle birey her halükarda sahip oldukları bilgi kadar değişmez veya değiştiremediği bir inanç oluşturur. Daha doğrusu bu inanç, iradeden çok, beynin kendi mekanizması tarafından ve büyük çoğunluğu bilincimize bağlı olmadan oluşturulur. İşte bu inanç (kişinin gelenek-görenek de dahil tüm bildikleri ve bilinçaltındakiler) ile kişi var olma ve bu inanç ile kendi varlığını savunmaya çalışır. Beyin, var olan bilgileri kolay kolay değiştiremez. Bilgileri değiştirmek demek, trilyonlarca sinir bağlantılarını koparıp  yeniden kurmak demektir. Hele bu bağlantıların kişiliğimizi de  oluşturduğunu düşünürsek, daha kolay anlarız.

Biraz daha açıklama getirsek şunları söyleyebiliriz. Anne karnında iken dahi duyduğumuz sesler ve uyarımlar ve  doğduktan sonra çevreden gelen tüm uyarımlar (yetişme, yetiştirilme şeklimiz, gördüklerimiz, duyduklarımız, sevinç ve üzüntülerimiz, kaygılarımız, eğitimimiz, iş hayatımız vb.) beynimizde bulunan milyarlarca sinir hücresi ve bu hücrelerin her biri diğerleriyle binlerce bağlantı (beynin bütünü için düşünürsek trilyonlarca bağlantı) yaparlar.  Bir başka deyişle beynimizdeki bağlantıların nasıl olacağı, neyi nasıl yaşadığımız, neler öğrendiklerimizle yani “bilgi” ile oluşur. Dolayısıyla, küçüklükten itibaren beynimizdeki bu bağlantıları (özel durumlar hariç) kopartıp, oralardan söküp yeni bağlantı kurmak mümkün değildir.

Bunun anlamı şudur. Beynimizi oluşturan sinir hücreleri, gerek bilincimizden bağımsız olarak genetik bilgi kodlarını kullanarak gerekse yaşadığımız müddetçe elde ettiğimiz tüm bilgiler vasıtasıyla birbirleriyle yeni sinirsel bağlantı kurarlar. Daha açık söylemek gerekirse, beynimizde sinirler arası bağlantıların kurulma sebeplerinden biri de küçüklükten itibaren öğrendiklerimizdir ve çok büyük çoğunluğu kalıcıdır.
Bunlardaki değişiklik demek, onca yaşımıza kadar kurulan sinirler arasındaki milyarlarca bağlantıyı koparmak veya bu bağlantıları daha az işlevli hale getirecek daha baskın yeni bağlantılar kurmak, beynimizde var olan bilgileri hatta daha ileri giderek inancımızı değiştirmek ve hatta başka kişi olmak demektir. İşte bu nedenledir ki kişiliğimizi, öğrendiklerimizi ve hele hele öğrendiklerimiz duygusal bağlantılı ise (gelenek-görenek, din vb.) kolay kolay değiştiremeyiz. Depresyona düşmeden, bunu başaranların sayısı çok azdır (din değiştirmek vb.) 
       
Çerçevedeki yazıya dönecek olursak, cahil de olsa, birey, sahip olduğu minimum bilgisi vasıtasıyla varlığını sürdürmek durumundadır. Cehalet veya entelektüel bilgiye sahip olmak, ilkel beynimiz olan duygusal beynimiz  diğer adıyla limbik sistemin pek umurunda görülmemektedir. Cahil veya bilgili olmak, düşünen beyin yani prefrontal korteksin bir kararıdır. İlginçtir ki, bu karar, duygusallık katıp, cahil gördüğü kişiyi aşağılayan, tehdit olarak gören veya en azından onu bir şekilde eğitmek için “yardım” etmek isteyen kısım da yine limbik sistemin bir çıktısıdır. Daha açık söylemek gerekirse, duygusal beynimiz yani limbik sistem, beynimizin bilgi donanımı ne olursa olsun, ister cahil ister bilgili, belli bir yaşa geldikten sonra, sahip olduğu bilgiyi değiştirmemek/korumak üzere varlığını devam ettirmeye programlanmıştır. Onun içindir ki, beyin, belli bir yaştan sonra  edindiği bilgilerin, beynimizdeki mevcut bilgilerle uyumlu olmasını ister, olmayanları ise (doğru dahi olsalar), reddeder.
     
Beynimiz, belli bir yetişkinlikten sonra sinir hücreleri arasındaki bağlar öyle bağlanır ve tanzim edilir ki, bir şeyi düşünme, karar alma, akıl yürütme yöntem ve yollarımız bile neredeyse sabitlenir. İşte bu sabitlenmeye bağlı olarak da sahip olduğumuz bilgi kadar ister cahil olalım ister entelektüel bir kişi, varlığımızı bu bilgiler kadar sürdürmek isteriz. Sahip olduğumuz bilgileri, düşünme yöntemimizi değiştirmeyiz veya değiştirmekte zorlanırız. Sahip olduğumuz bilgilere ters düşen bilgileri reddederiz veya kabul etmekte zorlanırız. Daha doğrusu bu, bizim istencimizin dışında, duyguların bir dayatmasıdır.      

Sonuç olarak cahil de olsak, akıllı da olsak, sahip olduklarımızla varlığımızı savunmaya iten kısım, düşünen beyin değil, duygusal beyindir. Nasıl ki bizler kendi bilgimizin yeterliliğine göre kendimizi savunuyorsak, cahil diye düşündüğümüz kişinin beyninde de aynı mekanizma çalışır. Tekrar etmek gerekirse bunun karar kılıcısı duygusal beyindir. Ve nihayetinde cahil diye isimlendirdiğimiz kişide de duygusal beyin mevcuttur. Buna göre, cahilin bilindik davranışının nedeni, bilinçli değil tam aksine, edindiği bilgilerin doğruluğuna inanan, duygusal beynin dayatması sonucundaki mecburi davranışıdır. Aynısıyla bizim inandığımız gibi.

Beynin evrimsel yapısı farklı davranmaya müsaade etmez. Ve bu nedenle, cahil olarak isimlendirilen kişide bilgiyi değiştirmek demek, var olan nöronal ağlar için tehdit demektir, bunun için de var olan bilgisiyle şu veya bu şekilde bilgisinde değişiklik yapmayacak ve kendisini savunacaktır. İşte bu nedenledir ki eğitim aileden başlamak üzere son derece önemlidir.

“Akıllar pazara çıkarılmış, herkes yine kendi aklını satın almış” ifadesi ile, cahil de olsak eğitimli de olsak sahip olduğumuz bilgileri nasıl savunduğumuzu ve kişilik yapımızı korumak istediğimizi eskiler çoktan ortaya koymuşlar bile.

Dolayısıyla çerçevedeki yazıda ifade edilen cahilin bu anlamdaki davranışı "inat" değil, en az,  eğitimli insan kadar doğaldır. Bu da,  kendi varlığımızı koruma içgüdüsünden kaynaklanır.  Yani bu davranış kültürel değil, evrenseldir; beynin yapmaya mecbur olduğu davranışlardandır; milyonlarca yıl evvelki atalarımızdan bize miras kalmıştır.

Cehalet dediğimiz kavram, bizlerin kültürel bir yakıştırması olup, beynimizin evrimsel gelişiminin bundan haberi bile yoktur, böyle bir kavramı öngörmemiştir.  Çünkü beyin,  cahil bile olsa,  varlığını sürdürecek mekanizmalarla donatılmıştır. Bizim onu (cahili), yukarıdaki bilgilere rağmen değiştirme yani  bizim sahip olduğumuz bilgilerle donatma  isteğimizin, bir başka deyişle cahillikten kurtarma isteğimizin nedeni, cahilliğinden dolayı bize, topluma vereceği zararı, en azından kişinin atıl kalıp, yük olacağı, nihayetinde onu kendimiz için tehdit olarak gördüğümüz içindir. Görülüyor ki,  eğitimli zihnin bile bu davranışının nedeni, cahil kişiden kendisini korumak, varlığını sürdürmek üzere  eğitimli bireyin düşünen beyni değil, limbik sistemi yani duygusal beynidir. Çünkü beynimizin evrimsel yapısı, yukarıda da ifade edildiği gibi,  edindiği her yeni bilgi ile kendisini hemen değiştirmeye değil, cahil de olsak bilgi sahibi olsak, varlığını devam ettirmeye programlanmış görünüyor.



Erol